Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Gerçek Gündem TV‘de Hilmi Hacaloğlu’nun seçimler, dış politika ve depreme ilişkin sorularını yanıtladı. TKP’nin seçimlere ilişkin tavrını aktaran Okuyan, Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olması halince milyonlarca insanın Türkiye ile bağının kopacağını belirterek “Komünistler karalar bağlamış bir toplumda hareket edemez” dedi.
Seçimlere ilişkin tutumunu ‘Bir oy Erdoğan gitsin diye, bir oy TKP’ye’ sözleriyle özetleyen Okuyan, ortak aday ve işbirliği girişimlerini şu sözlerle anlattı:
“Seçimler yaklaşırken ‘cumhurbaşkanı adayı çıkaralım hep beraber, solun ortak adayı olsun. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’na mahkum değiliz diyelim’ dedik. Ama bunu erken yapmalıydık. Geç kaldık. TKP adayı olarak değil, sosyalistlerin adayı olarak çıksın diye beraber yapmak istedik. Bu politikalara sahip çıkanlar da vardı ama çıkmayanlar daha çoktu. Sonra Sosyalist Güç Birliği içerisinde de değerlendirdik. Olmadı. TKP olarak da bundan bir yıl önce çalışmalarına başlatıp cumhurbaşkanı adayını tek başımıza çıkarsaydık, bu sefer Sosyalist Güç Birliği boşa çıkacaktı. Ayrıca toplumda ‘Erdoğan’ın gitmesi’ meselesi daha da güçlendi. Ve gördük ki seçimden önce bu duyguyu aşamayacağız. TKP şu kararı verdi: Türkiye’de insanların gerçek meseleleri tartışabilmesi, başka bir alternatifi konuşabilmesi için Erdoğan’ın aradan çıkması gerek. Çünkü o orada durduğu müddetçe hepimizde ‘Erdoğan gitmeli’ duygusu çok baskın. Erdoğan’ın gitmesinin tek başına sorunları çözmeyeceğini halkın kendi gözüyle görmesi lazım. Bizim söylememizin burada kıymeti yok. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bizim dengeyi değiştirme şansımız yok.”
‘Toplum Erdoğan’ı direnciyle zayıf düşürdü’
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasının toplum için maliyetinin ‘ağır’ olacağını vurgulayan Okuyan, Erdoğan’ı yenecek olanın ona yıllardır direnenler olduğunu kaydetti:
“Erdoğan’ın yeniden seçilmesi durumunda milyonlarca insanın bu ülkeyle bağı kopacak. Buna önemsiz diyemeyiz. Devrimcilerin umut ve iyimserliğe ihtiyacı olur. Bir komünist partisi karalar bağlamış bir toplumda hiçbir şey yapamaz. Erdoğan’ın gitmesiyle beraber bir enerji kaybı olacak, rahatlayacak insanlar bir süre ama Türkiye’de hiçbir sorun çözülmeyecek. Erdoğan kazanırsa bunun maliyeti çok yüksek. Bir ülkeyi değiştirmek istiyorsanız sevmeniz lazım. Sevmediğiniz bir şeyi değiştiremezsiniz.
Yirmi yıldır direniyor bu halk. Sanmayın ki Erdoğan seçimle gidiyor. Erdoğan’ı bu duruma getiren toplumdur. Erdoğan toplumdaki direnci aşamadı. İşçinin direncini aşamadı, kadınların direncini aşamadı, öğrencilerin direncini aşamadı. Şimdi sokaklar boş ama biz yorduk Erdoğan’ı. Bu toplum direnciyle zayıf düşürdü Erdoğan’ı. Millet İttifakı yenmeyecek Erdoğan’ı.”
‘Örgütlü halk çözer, bekleyen halk şaşırır’
Mevcut verilerin Erdoğan’ın kaybettiğine işaret eden Okuyan, seçim güvenliğinin altını çizdiği konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“Bildiğimiz Erdoğan, bu şekilde seçime gitmez. Şu anda gözüken kaybettiği. Kaybedeceği bir seçime gider mi? YSK, mağdur edebilir Erdoğan’ı böyle bir formül bile bulabilirler. Bunu yazan gazeteciler oldu. Erdoğan kaybedeceğini bile bile seçime girmek istemeyebilir. Kendi dışındaki bir aktörle oyun dışı kalabilir. Öte yandan AKP çevrelerinde seçimi kazanacaklarına dair bir rahatlık var. Demek ki bir hamle planlıyorlar. Erdoğan’ın hangi hamlesi olursa olsun örgütlü bir halk çözer, bekleyen bir halk şaşırır.
Bugün Millet İttifakı ‘bekleyin, merak etmeyin, biz sandıkta çözdük’ diyor. Biz tam tersini söylüyoruz. Sadece sandığa mahkum olan halk sandığı da koruyamaz. Örgütlenmekten niye korkuluyor. Depremde örgütlenmenin önemi ortaya çıktı.”
‘Millet İttifakı’nın mayası 20 yıl önce Erdoğan’ın mayasında da vardı’
‘Rusya‘nın Türkiye’ye yüzde 100 desteği var mı’ sorusuna ‘Hayır’ yanıtını veren Okuyan, seçim sonrasına ilişkin çeşitli durumlarda Türkiye’yi ‘daha Amerikancı’ bir iktidarın beklediğini söyledi:
“Rusya hiçbir ülkede tek bir tarafa yatırım yapmaz. Yalnızca risk olacağı için değil, büyük bir devlet açısından tek tarafa yatırım yapmak amatörlüktür. Hükümet değişikliklerinde uluslararası ilişkilerin ekonomik ve siyasi boyutları kesintiye uğramamalıdır. Dolayısıyla muhalefete de uzanan bir ilişki ağır kurmayı becerdi. Böyle bir ülke her şeyiyle Erdoğan’ı desteklemez.
Muhalefetin dış politikayı daha Amerikancı bir eksene yerleştireceği kesin. Tam boy bir eskiye dönüş kesin değil. Daha dengeli bir politika Türkiye kapitalizminin kaçınılmazıdır.
Millet İttifakı’nın mayasında NATO, ABD, Almanya, İngiltere ve TÜSİAD var. Bu ekip 20 yıl önce Erdoğan’ın da mayasında vardı. Bizi Batı ittifakına yanaşmış, uluslararası tekellere daha şirin gözükmeye çalışan bir gelecek bekliyor. Erdoğan kazansa da… Çünkü bu muhalefetin varlığı AKP içerisindeki Amerikancı kanadı da güçlendirdi.”
‘İhtiyacımız olan iyimserlik, öfke ve umut’
Kemal Okuyan, ‘Türkiye 15 Mayıs sabahına nasıl uyanacak‘ sorusuna ise “Türkiye, 14 Mayıs gecesi uyumayacak. Ya gerginlikten, ya rahatlamada ya üzüntüden… Biz bu üç duygunun dışında bir duygu istiyoruz. Bu üçünün dışında bir şey mümkün. 20 yıl bir karanlık, mutlak karanlığa dönüşemedi. Bu halk, kendine yaraşır şekilde sonuca ulaşamadı ama bir dönem kapanıyor. Bunun kutlanması lazım. Ama aynı anda Erdoğan dönemini bize armağan eden, bu ülke ve bu halka bu kötülüğü yapan sistemin derhal sorgulanmaya başlaması lazım. O da iyimserlik, öfke ve umuttur. Bizim ihtiyacımız olan 15 Mayıs sabahı budur.” yanıtını verdi.
‘Deprem inancı ve yurt sevgisini istismar eden politikaları yıktı’
On bir ili etkileyen depremlerin ardından TKP’nin bölgeye kamu kurumlarından önce ulaştığını hatırlatan Okuyan, depremin toplumda bir kırılma yarattığını belirterek şöyle konuştu:
“Son dönemde TKP’de depreme yardım için giden ülkücü gelenekten insanlar var. ‘Geçmişte çok büyük hata yapmışız’ diyerek TKP için çalışmaya başladılar. Dünya görüşleri 180 derece değişti. Ne yazık ki deprem gibi on binlerce insanımızın hayatına mal olan yıkıcı bir şey bir başka değişime de yol açtı. Depremde savundukları, kutsallık atfettik şeyler de çöktü. İnanç sistemleri altüst oldu. Kimin vicdanlı, kimin ahlaklı olduğunu gördüler depremde. Yıllarca ‘vatan-devlet-millet’ kavramı etrafında yetişmiş insanlar enkaz altında yakınları kalınca ‘devlet nerede’ sorusunu sordular. Burada bir kırılma var. Öte yandan da bir parti geliyor, elini uzatıyor, dayanışmayı iyi örgütlüyor. Sonra diyor ki ‘bu ülkeye devletçi ve planlı bir ekonomi lazım’.
Depremden önce de Türkiye’nin en yoksul kesiminde siyasi iktidardan ufak ufak kopma başlamıştı. Bize geliyorlarsa, bir kırılma yaşanıyordu depremden önce de. TKP’ye parti gönüllüğü başvurularına baktığımızda hemen anlıyoruz tabloyu. Devrim, Barış, Mahir isimlerine rastlardık, şimdi daha muhafazakar ailelerin isimlerini görüyoruz baskın bir şekilde.
TKP’ye bir ilgi ve yönelim varsa bu kopma şiddetlidir. Niye anketlerde ölçemiyorlar. Çünkü o ölçüm sistemleri, bu kadar ağır bir depremin ardına hazır değil. Anketler istikrar arar ama deprem gibi büyük bir altüst oluşu ölçerken arıza çıkarır o yöntemler. Depremle ilgili bir şeyi telefonla nasıl ölçeceksiniz. Bir sürü kişi telefonsuz kaldı, bir sürü kişi yer değiştirdi. Belki yeni yeni ölçülebilir.
Depremden önce partinin seçim bildirgesini Türkiye’de solun hiç vurgu yapmadığı değerler sistemi üzerine kurduk. Arkasından deprem geldi ve bu değerler sistemi çok önem kazandı. İnsanların inancını, yurt sevgisini istismar edenler politikalarını ‘biz ahlakı temsil ediyoruz, karşıda değerler sistemi yoktur’ üzerine inşa ediyordu. Deprem bunu yıktı. Onların savunduğu ahlakın çürümüş olduğu ortaya çıktı. Bunun karşısında hiçbir karşılık beklemeksizin el uzatmaya çalışan, bunu bir propaganda amacıyla yapmamış birilerini gördüler.
Sağ partilere oy veren herkes o çürümenin parçası değil ki. Son derece vicdanlı, insanların eşitliğini, kardeşliğini isteyen on milyonlarca insan var. İnsanların birbiriyle eşit olması fikri çok basit ve gelişkin bir ahlakı savunmak anlamına geliyor.
TKP’yi fotoğraftan kimse çıkartamadı. Depremde de öncesinde de çünkü yerleşmeye başladık. TKP sosyal medya partisi değil, popüler kültür partisi değil. Biz girdiğimiz yerlerde halkın örgütlenmesini sağlıyoruz ve bu gelişkin değerler sistemiyle buraları tutuyoruz. Bunu bazı yerlerde yapabiliyorsak her yerde yapabilmeliyiz. Biz bunu Erzurum’da, Adıyaman’da, Maraş’ta, Ankara’nın ‘sol buralara giremez’ denilen ilçelerinde yapıyoruz. TKP, Türkiye’nin laikliği en sert biçimde savunan partisi. İlginç bir şekilde, TKP’ye inanan ve ibadetini yapan insanlardan bir akış var şu anda. Her inananı, her ibadetini düzenli yerine getireni tarikat ve cemaatlerin militanı olarak görmeye kalkarsak büyük hata yaparız. TKP’de o kadar rahat ve doğallar ki. Çünkü kimse onlara inancını sormuyor. Benzer bir şey etnik kimlikler ilişkili. TKP, mezhep tartışmalarının hiç yapılmadığı bir partidir. Parti içerisindeki yaşamda Türk-Kürt olduğu konuşulmaz. Kimlik siyasetinin tamamen dışına çıkmış durumdayız. Mesela Erzurum’da en örgütlü olduğumuz yer, dinsellikle ilişki açısından en muhafazakar ilçe.”